Hayal et, saat gece dört. Sisli bir gece, dışardasın. Tabiri caizse sokaklarda in cin top atıyor.
Seni ne gören ne de duyan var. Huzurlu bir gece mi bu şahit olduğun? Yoksa
kasvetli mi? Bu sorunun doğru bir cevabı yok. Her biriniz farklı yanıtlar
vereceksiniz bana. Kiminiz o sokakta attığı her adımda gerilecek, bitmeyen bir
gecenin kucağında esir olduğunu düşünecekken kiminiz ise kulağında kulaklıkları
ile gecenin ve yalnızlığının tadını çıkartacak.
Bebeklerin
zihinleri gerçekten çok ilginç ve insan zihninin sırlarının keşfedilmesinde
büyük önem taşıyor. Mesela bebekler gördüklerinin haricinde bir varlığı
kavrayamadıkları için annelerini göremedikleri anda annesinin yok olduğunu
düşünüyor ve üzülüp ağlamaya başlıyorlarmış. Peki, bu bilginin konumuzla ne
alakası var? Çok basit. Ya gerçekten de göremediğimiz insanlar var olmasaydı?
Hayal et, aynı
ıssız ve sessiz gecede yürüyorsun. Korkarken ya da eğlenirken motivasyonun
neydi bilmiyorum, önemli de değil. Merak ediyorum, eğer o sokağın ıssızlığının
kaynağı saatin gecenin dördü olması değil de o sokakta kimsenin yaşamaması
olsaydı tepkin aynı kalır mıydı? Yürürken hafif hafif dans etmeye devam
edebilir miydin ya da aynı korku her adımında benliğini kemirir miydi? Eğer o
sokağın sonu başka bir canlıya çıkmasaydı o sokağın sonuna gitmeye gerek kalır
mıydı?
Aristo iki bin
yıl önce insanların zihnine kazınacak bir cümle kurdu. “İnsan sosyal bir
hayvandır.” Ben bu cümleyi kendime göre yorumlarsam cümlenin son hali “İnsan
var olmaya çalışan bir hayvandır.” olacaktır. Peki, “var olmak” dediğimiz
kavram ne anlama geliyor? Zaten hepimiz fiziksel bir bedene sahip değil miyiz? Hayır,
hayır, var olmaktan kastım o değil. Var olmaktan kastım bir birey olarak var
olmak. Herhangi bir insan olarak değil de Furkan Usak olarak var olmak. Peki,
Furkan Usak kimdir? Bu iki birbirinden bağımsız kelimenin size anlattığı tek
bir şey var, o da benim. Ben var olmaya çalışan bir insanım. Sizin
zihinlerinizde var olmaya çalışıyorum. Sizin zihinlerinizdeki Furkan Usak’ın
benim istediğim Furkan Usak olması için gayret ediyorum. Adım ve soyadım
söylendiğinde aklınızda spesifik düşünceler canlanmasını istiyorum. Herhangi
biri kalıbında var olmak değil kendi özelliklerim ile zihninize kazınmak
istiyorum. Paulo Coelho Simyacı kitabında “kişisel menkıbeler ”den bahseder.
İnsanın var olmasını sağlayacak olan, hayatımız boyunca peşinden koştuğumuz o
amaçlar bütünü. Ben kişisel menkıbemi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Hiç bana
kaşlarınızı çatıp “insanların düşüncelerine bu kadar önem verme, olduğun gibi
görün.” gibi herkesin dilinde dolanan ve gerçekten bir o kadar da bağımsız
cümleler kurmayın. Bu yazıyı okuduğunuz mecrada bir hesabınızın olması bile
sizin de insanların zihninde var olmaya çalıştığınızı kanıtlıyor. Kullanıcı
adınızın insanların zihnine kazınmasını istiyor, yansıtmak istediğiniz imaj ne
ise kullanıcı adınızı gördüklerinde akıllarına o kavramlar gelsin istiyorsunuz.
Lütfen birbirimizi aptal yerine koymayalım.
Var olmaya
çalışan bir insanımız olsun elimizde. Ona Hamdi diyelim. Sizce Hamdi sokağın
sonunda ya da şu anda sağında olan evin içinde kimsenin olmadığını bilseydi
davranışları değişir miydi? Belki on, belki yirmi, belki de elli yıllık
hayatında yapmaya çalıştığı her şey bir anda boşa gider miydi? Sonuçta artık
tüm dünya onundu! Korkması gereken kimse, yapması gereken bir iş ya da acısını
çekeceği bir aşk yoktu. Günlük hayatında en önemli dertleri olarak gördüğü
şeyler bir bir silinmişti hayatından. Peki, şimdi ne vardı? Önüne serilmiş
koskoca bir dünya. Ne yapacaktı peki bu dünyada? Bilmiyordu. Yemek mi yiyecekti?
Tabii. Gezecek miydi? Gezecekti ya! En güzel evde yaşayabilir, en lüks arabaya
binebilir miydi? Tabii ki binebilirdi! Peki, bir anlamı var mıydı? Tek
başınaydı. Dünyanın en büyük kütüphanesi Britanya kütüphanesindeki tüm
kitapları okusa bilgisini başkalarına aktaramadıktan sonra o bilgiye sahip
olmanın keyfini yaşayabilir miydi? Bir şeyi bilmenin en büyük keyfi onu başka
birine aktarabiliyor olmak değil miydi? Hızlı bir arabaya binmenin amacı diğer
arabaları geçmek değil miydi? Otoyolda hiçbir araba yokken 200km/saat ile
gitmek ve 50km/saat ile gitmenin arasında ne fark vardı? Sahip olduğumuz
kavramlar bile bir diğeri var olduğu sürece vardı. Küçük yoksa büyük de yoktu.
Yavaş olmazsa hızlı da olmazdı. Cahil yoksa bilge de olmazdı. Sadece insan
değil, insanın dili de bir sosyal yaşama ihtiyaç duyuyordu.
Aristo’ya
dönelim. İnsanın sosyal, politik bir hayvan olduğunu iddia eden Aristo,
toplumdan bağımsız olarak var olabilen kişinin ya bir canavar ya da bir tanrı
olduğunu öne sürmüştür. Toplumdan bağımsız olarak var olan insan bir tanrıdır,
çünkü sahip olduğu şeylerin çağrıştırdığı anlam ile değil onların fiziksel
varlığıyla yaşayabiliyor, kendini de başkasının zihninde ispatlamaya gerek
görmüyordur. Toplumdan bağımsız olarak var olan insan bir canavardır, çünkü
artık tek amacı hayatta kalmak olmuştur. Hayatta kaldığı sürece vardır.
Madem tanrılardan
bahsediyoruz, çalacağımız kapı Yunanların olmalı. Yunan mitolojisi ilk önce
Kaos (boşluk) vardı der. Bu boşluktan ilk olarak Gaia’nın (Doğa ana), sonra
ölüler ülkesinin en derin yeri Tartaros’un sonra ise Eros’un doğduğunu anlatır.
Titanlardan, tanrılardan ve insanlardan önce aşkın tanrısı Eros’un doğduğunu
anlatır. İnsan ilişkisinin gelebileceği en yüce ve en güçlü nokta olan aşk.
Duyguların en yoğunu, nadiren bir lütuf, genellikle bir lanet. Var olduğunda
insanı diğer tüm amaçlarından koparan aşk. Hayatı boyunca kendi ismini ve soy
ismini zihnine kazımak için uğraştığı insanları sadece ve sadece bir zihin için
bir kalemde sildirtebilen aşk. Aşk bir var olma durumudur. Sizin var olmanız
değil belki ama âşık olduğunuz kişinin var olma durumu. Kim olduğu, hayatta
neler başardığı, kişisel menkıbesini gerçekleştirip gerçekleştirmediği önemli
olmaksızın sizin için var olma durumu. Hatta öyle bir var olma hali ki kontrol
edilemezse zihnin tamamını tiranlığı haline getirebilecek bir virüs.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder